Ortaçağ’da Ekonomi

Yayınlandı: 14/06/2011 / Tarih

Ortaçağ’da devletlerin ve bireylerin başlıca iki gelir kaynağı vardı. Bunlardan birincisi ve en önemlisi tarım, ikincisiyse ticaretti. 12. ve 13. yüzyıllarda Avrupa feodalizmi genel bir genişleme ve canlılık dönemi yaşamıştı. Bir yandan nüfus artarken diğer yandan bataklıkların kurutulması, ormanların açılması sayesinde yeni topraklar ekilmeye başlanmıştı. Özellikle 12. yüzyılda feodal lordlar tarımsal üretimden sağladıkları gelirlerin bir kısmını, verimliliği arttıracak fiziksel yatırımlara ayırmışlardı. Böylelikle tarımsal üretim artmıştı. Kasaba ve şehirlerdeki zanaatlarla uzun mesafeli ticaret de aynı dönemde gelişme göstermişti. 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, tarım kesimindeki verimlilik artışları azalmaya başladı. Bunun nedeni feodal lordların yatırım harcamalarını durdurmaları ve tarımdan sağladıkları gelirleri sürüp giden savaşlara harcamalarıdır. Yatırımların azalmasıyla birlikte, Felemenk, İtalya ve İngiltere’de loncalar (zanaat odaları) çevresinde örgütlenen zanaatlarda ilerlemeler durmuş, üretim gerilemeye başlamıştı. Bu yaygın ve derin bunalım, feodalizmin Avrupa’daki egemen konumunu yitirmesine, daha sonra da kapitalizmin yükselmesine yol açacaktı.

14. yüzyılın başlarından itibaren ekonomideki düşme eğilimi iyice hızlandı. Avrupa feodalizmi 15. yüzyılın ortalarına kadar sürecek, uzun dönemli bir durgunluk hatta bunalım dönemine girdi. Hem nüfus hem de ekilen topraklar ve tarımsal üretim gerilemeye başladı. Ekonominin en önemli kesimi olan tarımdaki bunalım, zanaatları ve uzun mesafeli ticareti de olumsuz etkiledi. 1340’lardan itibaren “Kara Ölüm” olarak adlandırılan güçlü bir veba salgını Batı Asya üzerinden Avrupa’ya ulaştı. Avrupa’nın toplam nüfusu 14. yüzyılın başından sonuna kadar neredeyse yarı yarıya azalarak 73 milyondan 45 milyona gerilemiştir. Tarımdan sağladıkları gelirlerin azalması üzerine feodal lordlar, serfler üzerindeki baskıyı arttırdılar. Serflerden ağır taleplerde bulunmaya başlayınca, açlıkla karşı karşıya kalan köylüler ayaklandılar. Kasaba ve şehirlerdeki yoksul kesimler de sık sık bu ayaklanmalara katıldılar. Felemenk (Hollanda), Fransa ve İngiltere’de 14. yüzyıl boyunca yaygınlaşarak süren ayaklanmaların en önemli yanı, bu hareketlerin artık feodal lordların baskılarına karşı yapılan yerel direnişler olmaktan çıkmasıydı. Bu ayaklanmalar artık feodal toplum düzenini sorgulayan ve bu düzeni sarsan boyutlara ulaşmaya başlamıştı. Ayaklanmaların yaygınlaşmasıyla birlikte üretim daha da geriledi ve ekonomik bunalım derinleşti. Birkaç yüzyıl sonra, toprağın alınır satılır bir meta haline gelmesiyle ve köylülerin topraktan koparak mülksüzleşmesiyle birlikte feodal üretim tarzı çökecektir. Feodal üretim tarzında loncalar ve ticaret, büyük ölçüde feodal beylerden bağımsız olarak gelişecek, böylece ortaya feodal yapıdan ve merkezi devletten bağımsız bir sermaye birikim süreci başlayacaktı. Nihayet “Sanayi Devrimi”ne giden yolda ticaret sermayesi, bu üretim faaliyetlerini devlet müdahalesi olmadan, kırsal alanlarda ve loncalar dışında yeniden örgütleyecekti.

Osmanlı topraklarındaki durum ise farklıydı. Devletin teşkilatlanması tamamlanmış, tarım, ticaret, üretim gibi ekonomik konularla ilgili kanunlar oturmuştu. Anadolu ve Rumeli’deki çiftçiler, hem elverişli iklimin avantajlarını kullanarak ürün çeşitliliğine gidiyor, hem de adaletli kanun ve kanun adamları sayesinde sömürülmekten kurtuluyorlardı. 13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu’da, aynı meslek grubundan insanların bir araya gelmesiyle “Loncalar” kurulmuştu. Erken dönemde toplumsal dayanışmanın çeşitli unsurlarını taşıyan fütüvvet ahlakı olan “Ahilik”, bu loncalarda oldukça etkiliydi. Ahiler kentte önemli bir odak oluşturuyor, merkezi yönetimlere karşı yerel muhalefeti temsil ediyordu. Merkezi devletin güçlenmesiyle birlikte ahilik, siyasal gücünü yitirmeye başladı. Ancak, Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı toplumunda da birer meslek örgütü olarak loncaların ideolojisi, dinsel ve ahlaksal temellere dayanmayı sürdürdü. Osmanlı şehirlerindeki zanaat ve ticaret loncaları, iktisadi yaşamın temel ekseni durumundaydılar. Şehir çarşısının her köşesinde bir lonca vardı. Hiç kimse tekelcilik yapamıyor, kendine göre fiyatlarla oynayamıyordu. Loncalar, o şehirdeki her malın en alt ve en üst fiyatlarını belirliyor, mallar kalite oranlarına göre fiyat aralığındaki yerini alıyordu. Şehirler büyüdükçe işbölümü ve uzmanlaşma da derinleşiyor, lonca sayısı artıyordu.

İlim ışığının Antik Yunan coğrafyasında doğması, daha sonra İslamiyet’in ilk yüzyılında doğuya doğru kayması, Avrupa coğrafyasındaki aydınlanma çağı sonrası tekrar batıya geçmesi gibi ekonomik bakımdan gelişmişlik de doğuda doğmuş ve daha sonra sanayi devrimiyle birlikte batıya geçmiştir. Dünyadaki her şeyin döngüsel bir yapısı olduğunu varsayarsak ilim ışığının ve ekonomik gücün bundan sonraki adresinin doğuda olacağını söylemek hayalcilik olmaz ancak bunun zamanını kestirmek zor.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s